Aralık 31, 2011

şahane yıllar'a

mis gibi çayım var, yeni demledim, küçük termosuma da koydum oh demleniyorum:) elimde olsaydı eğer, hepinize çay koyardım, sonrasında da vururduk belki sohbetin dibine? 


dostlar,
kaleminiz kuvvetten hiç düşmesin, cümleleriniz hiç eksik olmasın, bir de hayal kurmaktan hiç vazgeçmeyin olur mu? sonra, istediğiniz iklimlere yolculuklarınız olsun, sevdiklerinizle şarkılar söyleyin, çukulata yapın, ne bileyim işte; güzellikler olsun yahu :)

hepimize MUTLU YILLAR olsun:)

Aralık 30, 2011

nargilemin marpucu

diyorum ki,
 ilköğretim düzeyinde öğrencilere verilen ve amacından sapan performans ödevleri var ya, hıh, işte onlardan yüksek lisans düzeyinde ki öğrencilere de verilse. nitekim bize verilenler de amacından sapsa da ödevi öğrenci yerine ebeveynler yapsa :) annem makalemi yazsa, babam sunum hazırlasa, hatta biz ailecek abartsak da kardeşimi ayak işlerinde kullansak: o da ödevlerim için kapak hazırlayıp, tüm ödev sayfalarını düzenli bir şekilde dosyalara iliştirse. ben de bu arada ayaklarımı uzatıp, termosa doldurduğum çayın keyfini çıkarsam.daha parlak bir fikir geldi aklıma, dırırınım:) :) :
benim termos küçük, daha büyüğünü edinip, bir de nargile kapıp kuğulu parkın tam göbeğinde sevdiceğimle tavla oynasam, anakara ayazında tir tir titreyerek, ooh. miis :) fotoğrafta çekeriz hem. sonra da salınırız bestekar sokaktan kızılay'a doğru. belki de usuldan kar yağar :)

demem o ki,
ödevdi, sınavdı, bitiver gali. daha yürünecek çok sokak, okunacak çok kitap, keşfedilecek çok blog  var. bir de canım çok nargile çekti: nane-üzüm.

sarma cigaram yanar ah
çekerim ağar ağar
:)

Aralık 24, 2011

aklıma düştü :)

dün ders çıkışı, yürüyoruz, yağmur var anakara'da: bazen usuldan, bazen hızlıca, yağıyor işte güzellik. önceki gece ödev yapacağım diye az uyudum ama yağmur bu, güzel ediyor herşeyi: ağrımadı bu kez başım. üstelik kara da dönebilir. içimden mırıldandım, kısacık:
"ah yağmur dönerken kara, şarkılar var falımda, hepsi sana bu gece ankara" 
cebeci'den kızılay'a bir sürü otobüs durağı, şemsiyenin altında öpüşen sevgililer. aşk güzel, yağmur güzel, anakara güzel. şarkılar güzel. bir de gülümsüyoruz birbirimize:


Aralık 20, 2011

dedemin insanları

oldu üstünden iki haftayı geçkince. esmişti kafamıza, hadi gidelim, izleyelim yahu filmi diye. neler yapmış çağan ağbey, yine neler döktürmüş diye bir bakınalım demiştik. anakara'yı sevsek bile delicesine bazen ege havası gerekiyor bu bünyelere. dedik bir rüzgar esse ya oralardan buralara, hakikaten oldu, filmin en sonunda sanki tüm ege içimize doldu.

Aralık 19, 2011

neşesi yeter

rengarenk kalemlerim ve bir bardak çayım var bu ılık anakara kışında. biraz saman kağıt ve de bir dolu kitap. neşesi yeter.

Aralık 15, 2011

şarkılar

hayallerimi şarkılar söyleyerek beklemek yerine; hayallerim gerçek oluyor olsa da, her hayalime bir şarkı hediye etsem...
her şeyin bir zamanı var diyor büyükler, peki insan 20'li yaşlarında kurduğu hayallere ancak kırklı, ellili yaşlarında ulaşabilirse ya da hiç ulaşamazsa onlara. o vakit ne olacak? garipsiniz büyükler, eminim içinizi acıtan bir sürü olmamış hayaliniz var, bir şeylerin zamanını beklemek uğruna yapmadıklarınız. kendi elinizle bir köşeye itelediğiniz hayalleriniz var. siz suçlusunuz onlardan. ama anlam veremediğim; yaptıklarınızın yanlış olduğunu bile bile, aynı şeyleri bize yaptırmak istemeniz. küçüklükten beri bizleri "beklemek" odaklı yetiştirmeniz.
sonra ne oldu?
olan şu: bir yanım sizin yanlışlarınızda kaldı, bir yanım kendi hayallerimde. içimde olanı tanımlayamıyorum. öylesine imreniyorum ki sizin "bu çocuktan adam olmaz" diye baktıklarınıza. sanki hepsi hayalleri olurken şarkılar söylüyorlarmış gibi.
herkes herkese kendi doğrusunu öğretmiş de, kimse kimseye düşlerini sormamış...
sanırım günler geçtikçe başkalarının doğrularını sindiriyorum, susuyorum. ben kayboluyorum..

Aralık 12, 2011

dünyada bir yerdeyim*

*http://fizy.com/#s/15t0e3                                                              
                                        "...
uzak yerler çeker beni

isterim ki gemilerle gideyim
                                     ..."

Aralık 11, 2011

akdeniz kadar güzel

akdeniz kadar güzel dostu'm, aşık olmuş. bir kenara koymuş mantığını, bir bakmış elinde kocaman bir yürek. hissetmiş gelecek gülümsemeleri her yanında. hoş, zaten "aşk" ı bulunca insan, çokta umursamıyor "mantığı". aşık olunca, yağmurlar bambaşka güzel oluyor. ve bambaşka hayaller, bambaşka ülkeler oluyor yazılanlar da. ağlamak, her zamankinden daha saygın oluyor o omuzda.
demişler ya hani ağbeyler, ablalar:

           "...aşk güzel ediyor her şeyi"

çocukluğunu yan yana yaşamak, beraber büyümek ve büyürken birbirine yaslanmak. aşklarını anlatmak; mutlulukla, biraz tedirginlik ama çokça heyecanla. ve güzellikler dilemek çocukluğuna; o seninkine, sen onunkine:
mutlu ol, hem de öylesine çok mutlu ol ki, akdeniz'in kokusu anakara'ya gelsin. tıpkı iki gün evvel sabah kar yağarken ki anakara gibi. 

Aralık 06, 2011

yer çekimli karanfil

"Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde 
Oysaki seninle güzel olmak var 
Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi 
Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda 
Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor. 
Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte 
Sen de bir başkasına  veriyorsun daha güzel 
O başkası yok mu bir yanındakine veriyor 
Derken karanfil elden ele. 
Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle 
Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil 
Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk 
Birleşiyoruz sessizce.  "

bilemedim

"eylül" ler de neşeliyken, bu "aralık" neden böylesine kaygılıyım?
...
"bir avuç sevinç al annenden
bana da biraz ver
..."

Aralık 01, 2011

Kasım 27, 2011

***

aslında dün yazacaktım bakalım dün o anda hissettiklerimi şu anda cümlelere çevirebilecek miyim

iki sevdiğim ustanın, daha doğrusu birinin diğerine yazdığı dizelerle başlayayım...

"yeşil ipek gömleğinin yakası
büyük zamana düşer.
herşeyin fazlası zararlıdır ya,
fazla şiirden öldü edip cansever."
                                    C.S.

hayatı hep onlar gibi görmek istedim ben; en azından bir başka sevdiğim ve yıllarca Ankara'yı solumuş büyük üstad Özdemir Asaf gibi, hepsi hepsi büyük usta...

ani verilmiş bir karar, Ankara yine ayaza büründü, aşıkları tir titretiyor... Bizde sevgili'mle yapabileceğimiz en güzel şeyi yaptık; ankaranın ayazından firar ederek sinemaya kaçtık...

filmin ismi cismi pek önemli değil ama bir söz gerçekten büyüledi beni:

" ...devlete yeterince hizmet ettin oğlum, senin devletin ailen; gel hadi...."

insanların başka şeyler için ailesini kırmasının üzmesinin gereksizliğini gösteren harika bir replikti...

aileden kastım; bizlerin kuracağı aileler tabii ki; yoksa annemize babamıza her daim isyankarız; böyle mi olmak zorunda hayır değil ama bizim eşimizi anlamamızla; ilerde çocuğumuzu anlamamız arasında; yer ile gök arasındaki kadar fark var...

filmden sonra otobüslerdeki hep hüzünlü vedamız ama ilginç bir olay geldi başıma...
bir baba iki oğul....

küçük çocuk; 
-baba keşke taksiyle gitseydik; çok trafik var
-paramız yok oğlum
-baba kaç lira veriyorsun şimdi buraya?
-4.5 lira oğlum
-takside 10 lira tutar
-bir şeyi bilmiyorsunuz en az 20 lira tutar.

ankaranın neresinden taksiye binerseniz binin, 20 25 lira tutar zaten hep. neyse.

çocuk güler. abisi de onu eşlik eder.

bu muhabbetler hep tanıdık geldi bana bizde sevgilimle böyle kelamlar ederiz hep :)

aradan 5 dkka geçti. 
telefon çaldı.
büyük çocuk; 
-efendi anneciğim
-......
-babama gi gi gidiyoruz (!)
-.....
-bugünde be be bende kalın dedi.
-....
-tamam anne.

baba;
-noldu oğlum.
-annem eşyalarınızı alın gelin diyor.
-yok bende kalırsınız bugünde.
-an annem öyle dedi.

sessizlik çöktü. ama sanki tüm otobüse çöktü. benim yüreğime çöktü o anda. o sessizlikte durdum hayal ettim onlar şu anda ne düşünüyor... sizce ne düşünüyorlar?

o çocuklar bunları belki hiç hak etmedi, tabii ki bi taraf haklı; ama haklı yada haksız diye ayıramayacağımız iki çocuk

peki neden?

bi kadın mı?
başka bir uğraş mı?
yoksa düşünce farklılığımı?
yoksa sadece kader mi?

film de ne diyordu tekrar hatırlayalım....


" ...devlete yeterince hizmet ettin oğlum, senin devletin ailen; gel hadi...."


hiç birşey o çocukların aklından benim ve sizlerin tahmin ettiği şeyleri geçirmeye değmez değmeyecek...

ankara bir gün daha bana bunları düşündürdü 
sizlerde düşünün ne geçecek içinizden


düşünün o ama büyük usta edip cansever'in şu dizesinide hatırlayın...

"ne gelir elimizden insan olmaktan başka..."

özellikle canım sevgilim'e ve size bir not : 
"uyanınca çocuk olmak dileğiyle..."


***cümlelerime cümle katan: sevgili'm

Kasım 26, 2011

anakara

sokaklarında yürüdüğün, yürümeyi sevdiğin zamanlar da güzel buralar. 

Kasım 25, 2011

kocaman

"Şimdi kocaman denizlerde, kocaman gemilerde
Neden yok küçüklüğümüzdeki büyüklüğümüz;
Çocukluğumuzun bahçelerinde, o evlerde
Kağıttan gemilerimizi yüzdürdüğümüz.
Bir şeyler mi kalmış çocukluğumuzda,
 Çocukluğumuzla çözdüğümüz..."
                                                                               Ö.A.

Kasım 24, 2011

öğretmenler günü

çocuklarınızla çabucak kavuşabilin, onların ellerine, hayatlarına dokunabilin. bırakın, size binlerce soru sorsunlar. bazen çocuklar sevgilerini sorarak gösterirler ve bazen insanlar şanslı olurlar, yüzlerce çocuğun gözlerine bakabilme fırsatı yakalarlar bir ömür. ve yüzlerce çocuğun sorularını işitme şansına erişirler. 
öğrencilerini görmek için sabırsızlanan arkadaşlarım,
öğrencileriyle hayaller kurabilen öğretmenlerim,
anne'm, baba'm, sevgili'm,
öğretmenler günümüz kutlu olsun.


Kasım 19, 2011

bugün Anakara'da

bir sürü öğretmen vardı. hayallerini ertelemek zorunda bırakılmış, öğrencilerine kavuşamamış öğretmenler. eğitim fakültelerinden mezun olmuş, fakat sonrasında neden bunca yıl o bölümlerde okuduk ki diye düşündürtülen, pişman edilen bir sürü öğretmen. öğretmenlik vasıfları çoktan seçmeli testlerle ölçülen hatta çoktan seçmelileri çok çok doğru yapmaları da yetmeyen öğretmenler. 
demirtepe'den kızılay'a yürüdüler, yürürken dertlerini anlatmaya çalıştılar. sloganlar attılar, tek istekleri olması gerekene ulaşmaktı: öğretmenlik yapmak.
bugün orada olamadım, arkadaşlarımla bir ağızdan bağıramadım. gitmek istedim ama gitmedim. düşündüm, umut ettim, bir gün bu ülkede insanlar hayallerine ulaşabilsin diye dua ettim. bir an gülümsedim. çok güzeldi.
....
..
bugün Anakara'da ben en sevdiğim matematik öğretmenimin kalbini kırdım. sanki O'nu önemsemedim sandı, yapmak istediklerine saygı duymadığımı ya da düşündüklerini ciddiye almadığımı sandı. el ele, demirtepe'den kızılay'a sloganlar atarak yürümeliydik, biliyorum...
öylesine güzel bir öğretmen olacaksın ki sen sevgili'm; ben sana hep imreneceğim, senden ilham almaya çalışacağım, gurur duyacağım.. öğrencilerini de kıskanabilirim, haberin olsun :)

Kasım 17, 2011

gece

karla karışık yağıyordu az evvel yağmur, şimdi tek başına. usuldan yağıyor. bir sokak lambasının ışığından takip etmek onu en güzeli; açık seçik görebiliyorsun her birini. garip bir gece, içimde insanları suçlama isteği var, geçip karşılarına bas bas bağırmak istiyorum. sanki endişelerimin, sabırsızlıklarımın sorumluları onlarmış gibi kavga etmek istiyorum onlarla. sonra da ağlamak, hıçkıra hıçkıra ağlamak.
 garip bir gece, durup dururken hem de.

Kasım 12, 2011

muhalefet

çocukken hiç durmadan hayal kuranlardandım:
çok ama çok kar yağmasını hayalledim anakara'ya bu okulun tatil olması için değildi; karlardan bir ev yapacağımı içindeki tüm eşyaları karlardan oluşturacağımı düşledim. bu ev tek katlı olacaktı çünkü annem müstakil evlere hep hayranlıkla bakardı, bilirdim. ayrıca alt komşumuz olmayacaktı bu durumda ve biz kardeşimle kardan evimizin salonunda top oynayabilecektik. buna o kadar çok inandım ki, kutuplarda yaşayan insanları hep en yakın arkadaşım sandım. zaman geçti, ben ne kardan ev yaptım ne de kardan bir atarim oldu. ama ben kar yağdığında hep delicesine sevindim. gökyüzünde kar pembesini görünce, uyumadan çok gece kar yağacak diye bekledim. alışkanlık işte, büyüyünce de insan elinde kahve bekleyip duruyor camda kar yağsın diye.
su birikintilerinden hiç nefret etmedim hatta o kadar çok sevdim ki yağmurlardan sonra mahalle aralarında oluşan su dolu çukurlarda küt saçlı, tombul o kız çocuğunun yansımasına baktım. yazın gidilecek tatilleri düşündüm, denize girecektim. ama hep karşı bir kıyı olacaktı, başka bir ülkenin kıyısı ve ben tee oraya kadar yüzecektim. derken kayıkları çok sevdim, okyanuslara heveslendim. hiç okyanus görmedim ama yağmurları biriktiyorum.
...
..
.
zaman her gün uzaklaştırıyor sanki umutlardan insanları. gerçekliğin peşine düşmeye itiyor bizi, sonra bir bakıyoruz kocaman bir fabrikanın emeğini alamayan işçileri olmuşuz. bizler kuruyoruz hayalleri, başkaları gerçekleştiriyor. önceleri biraz çıkarıyoruz sesimizi ama bakıyoruz yetmiyor gücümüz, değiştiremiyoruz düzeni, susuyoruz. alışıyoruz. yitiriyoruz kendimizi.
evet, sorguluyorum. 
huysuzluğumdan değil, herşeye karşı çıkmak gibi bir amaç gütmekten ya da insanları kıskanmaktan değil bu. sadece düşünüyorum; kimseye zararım olmadan, üzmeden, kırmadan;
içimden grev yapıyorum aslında, meydan okuyorum gücümü yetiremediğim, değiştiremediklerime. gülümseyen insanlar çok olsun istiyorum, hayaller olsun, umut olsun.
evet, hiç bir şeyi değiştiremeyecek olabilirim, ama kolay pes etmek istemiyorum. 
bu yüzden sorguluyorum.
ilerde dönüp ardıma baktığımda olmayan hayallere, istemeden yaptıklarıma üzülürüm ama eğer sokaklarda bağıra bağıra şarkı söylememiş olursam, uçurtma uçurmazsam kahkahalar atarak ya da balık tutmazsam belime kadar suya girip o vakit daha çok üzülürüm.
utanırım,
yansımasına bakıp da, okyanuslara heveslenen o kız çocuğuna mahcup olurum.
ben sırf her şeye karşı çıkayım, huysuzlanayım diye sorgulamıyorum. 
bana küssün istemiyorum çocukluğum, hepsi bu.

Kasım 08, 2011

aşk'a

...
 "umut etmek" gibi dev bir güzellik sözünü ettiğim. ve "hayaller" gibi tarifsiz bir ülke.

Kasım 04, 2011

rüya

gerçek gibi rüya gördüm, o kadar sahiciydi ki. uyanınca birden, en güzel yerinde, kendime kızdım. hem de otobüste uyuya kalmıştım, o rüya için tüm anakara'yı  belediye otobüsüyle dönüp durabilirdim. 

kayıklar

yazabilmek istediğim o kadar çok şey var ki. ama neresinden başlayacağını bilememek belki de bağırmak isteği buna engel oluyor. öte yandan susmak, gülmek, bakmak, sarılmak, özlemek, aşk, kızmak, umut etmek, hayal kırıklığı, kız çocukları, deniz kokusu, hüzün, mutluluk, heyecan,... bunları nasıl dillendiririm bilemiyorum. 
garip!
oysa ki bu saydıklarım ve nicesi o kadar net açığa çıkıyor ki bugünlerde. içim de kayıklar var sanki her an alabora olacaklar gibi bazen, bazen de hiç bir dalganın gücü yetmezmiş gibi onlara. mutluluktan gözlerimin parladığı anlarla, öfkemin beni mutsuz ettiği anlar iki yakın arkadaş gibiler. duygularım birbirine giriyor ben nedenini bulamıyorum. ama bu beni hırçın yapıyor, fark ediyorum. çözüm üretemiyorum.
ama az evvel öğrendim ki, yemekli vagonda çay 1,5 lira, Türk kahvesi 2,5 lira imiş. şimdi, haydarpaşa garında olsak ya. ya da cunda' da bir meyhane de. 
hele şimdi tanımadığımız bir şehrin hiç el ele yürümediğimiz sokaklarında daha evvel hiç görmediğimiz ahbaplarımızla muhabbet ediyor olmak vardı.
ve şarkılar
ve şiirler,
ve birbirinden güzel düşler...

Kasım 01, 2011

matematik seksüel

"Bir gün, bir an-bir günün bir anında
Seni sevecek kadar-sana seni anlatsam
Başımdaysam sonunda-sonundaysam başında
Yürüyor yenilenen, yorulmayan bir anlam.
Sözcüklerin içinde-sözcüklerin dışında,
Düşünlerinde eksik, yaşamlarında tamam.
Sen de anlamalısın gidiyorken yanında,
Başına vura-vura ben sana anlatamam.
Üşünen gecelerin sıcak karanlığında
İki´den bir´i, bir´den iki´yi çıkaramam."
                                                                           Ö.A.

Ekim 30, 2011

behzat ç.

28 ekim'de girdi gösterime behzat ç. aylardır beklemede idim. meraktaydım. emrah serbes'in tüm kitaplarını okumuş ve senaryoyu da gayet iyi bilen bir "angaralı" idim. gerçi benim behzat ç. ile tanışmam daha evvele dayanır: 4 sene kadar. sanıyorum hemen hemen o kadar oldu. "imge kitabevine" gitmiştim; laf aramızda kredi kartı olmadan üyelik karşılığında taksit yapıyor olmasıyla gönlümde taht kurmuştur kendileri. raflara bakıyordum, gözüme ilişen bir kitap olsa hemen 8 taksite böldürmek suretiyle alıvercektim. gözüme bir kaç kitap ilişti, bunlardan birisi de "behzat ç.: bir ankara polisiyesi" idi. kitabın adında "ankara" geçiyor olması beni benden almıştı. emrah serbes'i tanımıyordum, daha evvel duymamıştım adını, bu şekilde tanıştık kalemiyle. bir çırpıda okumuştum kitabı. olayların, aşkların, hüzünlerin... bildiğim sokaklarda geçiyor olması, ankara'da süregelmesi bambaşka imiş yahu. bu kitabın üstünden onlarca kitap okudum derken geçen senenin başında televizyonlarda bir dizi reklamı, bizim behzat başkan meşhur olmuş meğerse. anakara'da büyüyen, hayatının bir bölümünü buralarda geçiren herkes izler olmuş. nasıl güzel geldi bana anlatamam.
işte aylardır beklemekte idim filmi, koşa koşa gittik. kitaplardan uyarlanan filmler bana hep biraz eksik gelir. nitekim behzat ç. de öyle oldu biraz. fakat, güzeldi be. zaten çokta özlemiştim. iyi oldu iyi "angara sokaklarını" bir sürü insanla kocaman bir ekranda yaşamak.

**

ah, ılık bir rüzgar esse;
savursa usuldan saçlarımı da getirse hayallerimi...

"sebebi yok ağlar dururdu,
 her seher vakti."


Ekim 28, 2011

CUMHURİYET

bu ülkede, CUMHURİYET'i kutlamanın anlamını bilmeyen insanlar türedi. ne acı! ne yazık!

Türkiye topraklarında yaşamaktan onur duyan, bu ülkenin vatandaşı olmayı şeref sayan, Ata'sının izinden giden herkese selam olsun.
CUMHURİYETİMİZ KUTLU OLSUN, SONSUZ OLSUN. 

Ekim 27, 2011

Angela'nın Külleri

lisede okumuştum. lisenin ilk yılları. 7-8 sene oldu okuyalı. irlanda'da geçiyordu idi. öylesine dokunaklı bir hayattı ki. ve öylesine samimi bir dil kullanmıştı ki yazar, hissedebiliyordunuz bunu; kahramanımızın yaşı büyüdükçe konuştukları da bir yetişkin gibi oluyordu. anlatıyordu kendini, kardeşlerini, ülkesini, şehrin ortasından geçen nehri, annesini, fakirliği, hayalleri, düşleri.

kitaplığıma bakarken az evvel,  kitapları halen edinmediğime kızdım. arkadaşımdan almıştım o yıllarda okumak için kitapları, unuttum ayağına götürmüyordum; zaman aşımına uğratıp, kitapları kendi kütüphaneme katmaktı amaç :) cık, başaramadım :)

art arda okudum kitapları durmaksızın, bir nefeste. o kadar çok etkilenmiştim ki. halen de aynıdır içim bu kitaplara karşı. nitekim bana "irlanda" ya gitme hayalleri kurdurttular. düşünsenize, öyle bir coğrafya ki, herkesin kafası güzel ama kimse birbirine karışmıyor, şarkılar söylenip, dans ediliyor. üstelik boyna yağmur yağıyor. hem de yağmurları atlas okyanusu getiriyor. yağmurlar ülkeyi alabildiğince yeşil yapıyor, hani şu capcanlı yeşilden. bizim "amasra" nın büyüğü gibi. 

siz hiç okyanusun mavisinin getirdiği yağmurlarda ıslandınız mı? bana hiç olmadı öyle, fakat bunu çok istemekten hiç vazgeçmedim. olabilitesinin az olduğunu bilmeme rağmen bunun hayalinden hiç vazgeçmedim. okyanus'a karşı müzeyyen senar dinlemek... 


"düz maviler olmalı, uçsuz bucaksız"

Ekim 23, 2011

domates çorbası

umuyorum hayatımın bir döneminde eskişehir'de yaşamak gibi bir fırsatım olur. ve  tam da hayal ettiğim gibi bir dönem olsun bu tıpkı dualarımda ki gibi. özledim ben eskişehir'i, ki o kadar da samimi olmamıştık henüz. buna rağmen özledim işte. geçen sene bu zamanlardı, osmangazi üniversitesinde yüksek lisansa başlamıştım. her hafta pazartesi- salı günleri dersim vardı. pazartesi sabahları ilk trenle es es'e varmak için düşüyordum yollara; ilk tren sabah 7 de idi, bu yüzden 5.30 gibi kalkmam, geceden hazırladığım içinde picamalarımında olduğu sırt çantamın içine kitaplarımı da ekleyip 6 gibi dolmuşa binmem gerekiyordu. o saatlerde henüz hava aydınlamamış oluyordu ve sokak lambaların eşliğinde durağa gidiyordum tin tin. o saatte trafik yok, 20 dk'ye tren garındayım. iş dolmuşa binmekte yani, bereket o saatte dolmuşta oluyormuş, sonraları anladım ki sanayide çalışan işçilerin mesaisi herkesten evvel başlıyormuş. seviyorum tren garını, anakara'da en çok sevdiğim yerlerden biri. bana hep hayaller kurdurttu, bir sürü hemde. 8.30 da eskişehir'e varıyordum, hızlı tren sağolsun. sonra koştur koştur okula. trende devam ettiğim uykum otobüse binene kadar beklemeye alınıyor otobüste tekrar uyuyorum okula varana kadar. eskişehir'in o soğuğunda, soğuğu akıldan çıkarmanın en güzel yolu uyumak :) okulda yorucu bir günün ardından, gezmece, sonra arkadaşımın evine gidip, cigara tellendirip muhabbet edip, sonra uyumaca. çoğu kez salı sabah derslerine gitmedim, o güzel şehrin sabah uyanışını görmek, tren garından sevgilimi almak, sonra da porsuğun yanında nerede kahvaltı etsek diye dolaşıpta; tren garına yakın bir yerde bir şeyler yemek; öylesine güzeldi ki. özledim işte. gün boyu avarel avarel dolaşıpta akşam anakara'ya dönme vakti gelince, hemen tren garının çaprazındaki çorbacı da domates çorbası içmek çok keyifliydi. dönüşte, trende, çemberimde gül oya izlemek, kaçamak kaçamak öpüşmek. ehe, eskişehir- anakara arası öylesine sımsıcaktı ki o soğuğa inat.
sonra, ben o şehirde uzun bir dönem geçirmek istediğimi anladım. ve gariptir ki orada geçirdiğim 2 günden de vazgeçtim. orada bir evim olmalıydı, bize ait bir ev; bunu içten içe istiyordum hem de çok. fakat o zamanlar gelene kadar vazgeçmeliydim o 2 günden ve vazgeçmek için bir nedenim olmalıydı derken ankara üniversitesinin öğrencisi oldum, anakara'da olan hayatıma giren porsuk çıkmıştı hayatımdan. ve ben yine temelli anakara'da idim. 
ve şimdilerde, eskişehir tren garının çarprazındaki o çorbacıda "domates çorbası" içmek istiyorum bir salı akşamı sevdiceğimle beraber. bir çarşamba akşamı konsere gitmek, bir pazartesi akşamı evde oturup televizyon izlemek, bir perşembe akşamı porsuğun hemen yanında kafe de çay içiyor olmak, bir cumartesi akşamı fasıla gitmek.. ve bir dönem, hayatımızın bir döneminde her gece o  şehirde uyanmak.
bir gün umut edilenler olsun ve bir gün yollara düşmek için en uygun anı beklemekten ziyade canımızın istemesi yetsin. lütfen.
güzel uykular.

Ekim 20, 2011

dönem

duyduk ya hep büyüklerden bu memleketin bir dönemini; bizim görmediğimiz ama acısını, memleket üzerine oynanan oyunlarını ta içimizde hissettiğimiz o seksen dönemini. sonra izledik filmlerden, okuduk kitaplardan, işittik şarkılardan o hüznü, o gözyaşısı çok dönemi. 
korkarım bizler de memleketin bu dönemini anlatacağız çocuklarımıza: gencecik insanların yitip gittiği, her gün şehit haberleri aldığımız bu dönemi, ne fena! onlarda okuyacaklar, işitecekler ve izleyecekler bugünlere dair tarifsiz acıları.
dilerim, çocuklarımızın anlatacak acıları olmaz çocuklarına. 
ve dilerim ki, ülkemin tüm insanları bayrağını sevmenin, diline sahip çıkmanın, birbirine sarılmamın onurunu yaşar çok geç olmadan. çünkü bu topraklar daha çok sayıda onurlu, şerefli insan görmeyi hak ediyor. 

Ekim 19, 2011

.

ah güzel ülke'm...

yola devam

"başımı üstünden çekin gölge yapıyor
bu vücudun güneşten çok ricası oluyor"


ne severdim, ne dinlerdim. 
yeni bir düzenlemesi varmış ama benim haberim yokmuş. yahu haberim olmayan ne çok şey var benim..

Ekim 17, 2011

istavrit

anakara'da delicesine yağmur yağmakta. masamda "mino'nun siyah gülü" adlı kitap. kalbim dünyanın en güzel adamına ait. aklımda yıllar sonra bir arkadaşımla oturup saatlerce sohbet etmenin güzelliği. bir de canım balık ekmek istemekte, dilimde bir şarkı:

"bizde kayıklara atlayıp,
vapurların yaşadığı denizlere gideriz"

Ekim 15, 2011

zaman

yapamadıklarımız; yaptırılmayanlar, ayıplananlar, yanlış bulununlar ve bu yüzden ertelediklerimiz; ertelemek zorunda kaldıklarımız. kızdığımız insanlara zamanla benzemek, onların yanlış bulduklarını yapmamakla başlıyor belki de. 

Ekim 14, 2011

sabah ayazı

uzun uzun yazasım var:
sabah trafiğini, arabaların arasından kıvrılmak suretiyle geçme becerisi kazanmış ilköğretim öğrencilerini, ağzına kadar dolu otobüsleri, yürümenin güzelliğini, sokakları, anakara'nın sonbahara özgü sabah ayazını, simit-çay ikilisini, özlenen arkadaşları, bir yandan esneyip bir yandan çalan şarkıya eşlik etmenin hoşnutluğunu, canından çok sevdiğin adamı telefonla da olsa uyandırmanın sevincini bir yandan da hüznünü, bugün nasıl bitecek ki derken zevk alınan dersleri, sek kahveyi, akşam saat 6'dan 7'ye doğru geçen zamanı, dolmuşa binen sarhoşu ve aynı dolmuştaki üç çocuklu aileyi, yolda kavga eden taksi şoförünü, lokumlu bisküviyi, sabırsızlıkları...
cümlelerce yazasım var.
saat henüz uyku vakti değil gibi, ama rüyalar görmek için sabırsızlanıyor bu bünye; gözlerimin kapanışından, başımın ağrımasından belli. bazen rüyalarımın gerçek olmasını o kadar çok istiyorum ki tıpkı; O'nla beraber uyuyup, O'ndan evvel uyanıp da uzun uzun O'nu izlemek istediğim gibi. 

Ekim 13, 2011

çok çalışmak lazım!

çok kahve tüketerek, az uyuyarak, çok okuyarak, az söylenerek,...
umutsuzluğa kapılmadan;
çok çalışmak lazım hem de çok!

Ekim 09, 2011

hadi!

yağmurlar yağmasaydı anakara'ya, burası bu denli güzel olur muydu? ve yağmasaydı yağmurlar, bozkırın ortasında nasıl anlatılırdı ki özlemler, sabırsızlıklar? 
hayali kurulan günler bir an evvel gelin artık kıyılarımıza!
bak, biriktiriyoruz yağmurları hiç vazgeçmeden.

mabel matiz

keşfetmekte geç kaldım belki ama ne güzelmişsin.


gece'ye hediye olsun.

Ekim 06, 2011

makalelerin içinde fotoğraflar olsa ya

evet, nihayet okulun fotoğrafçılık kulübündeki insanlarla bugün tanışmış bulunmaktayım. 1,5 ay evvel kulübün başkanı ile mail yoluyla yazışmaya başlayıp bugün itibariyle kanlı-canlı görebildim onu. hatta onları :) 3 yıldır var olan bir toplulukmuş, geçen sene kurucuları mezun olunca üç tane hukuk fakültesi öğrencisi bu işi devralmış, yazışmalar, danışman hoca bulmak... gibi prosedürlerin altında kalkmak için çabalamış bizim hatunlar, büyük çoğunlukla üstesinden gelmişler bu işlerin ve bugün de yapılacaklar hakkında bilgi verdiler. bir sürü fotoğraf çekebilme şansım olacak, şahane olacak. hatta  nisan ayı gibi doğu karadeniz turu var ufukta, tadından yenmez. altlarında adım yazan; yeşili çok, yağmuru neşeli fotoğraflar biriktirmek gibi hayaller kurdum bile :)
tabi bunun dışında okumam gereken makaleler var. keşke tam anlamıyla anlayabilsem, daha çok büyülenebilirdim. sahi ben ne vakit cümle cümle anlayabileceğim şu ingilizce denen meretli yazıları ? mesela bugün ki makale, 2 ile 4 aylık bebekler üzerindeki bir çalışmadan bahsediyor. onların görsel algı karmaşasından. biraz türkçe kaynaklara bakındım. çok güzel, çok acayip bilgiler buldum, delicesine etkilendim. diyor ki:

"karışık ve  düzgün yüz şekillerine 1 aylık bebekler aynı sürede bakmışlar, 2 aylık olduklarında  yüz özellikleriyle ilgilenmeye başlıyorlar, 3 aylık olduklarında ise direk yüz ile ilgileniyorlar. ve onlara annelerinin fotoğrafları ve başka kadınların fotoğrafları gösterildiğinde annelerinin fotoğraflarına bakmayı tercih ediyorlar."

bir düşünelim, insanlar dünyanın bir yerlerinde "gelişim" ile ilgileniyorlar ve o kadar enterasan şeyleri somutlaştırıyorlar ki. imreniyorum. kıskanıyorum. bir yanda şanslıyım, okuyup, uzağında kalmıyorum bu tür haberlerin. fakat cümle cümle anlayamıyorum işte makaleleri. illet oluyorum. ah diyorum, bir sabah uyandığımda ingilizcem tavan yapmış olsa. ya da yatağımın yanında iki bilet olsa, şöyle ingilizce konuşulan memleketlere doğru :) irlanda, ingiltere, avustralya ya da yeni zelanda  hiçte fena olmazdı hani.
acaba bilimse makalelerin içeriklerini mi değiştirseler ağabeyler, ablalar: fotoğrafı bol, teoriği az olsalar mesela :)
gecenin ilerleyen saatine mi versem şu ruh halimi, yarım yamalak anladığım makaleye mi yoksa fotoğrafçılık topluluğuma mı? bilemedim.
yine mi güzeliz, yine mi çiçek? derim, dinlerim ve uyurum :)

Ekim 03, 2011

dans

şu figürleri yapabildiğim vakittir kendimi matematik öğretmeni gibi hissedeceğim gün:)


 vuhuuuu :)

Ekim 01, 2011

şehrimin sokakları

bitirdik eylül'ü. 
yine gelir şehrimin sokaklarına. 
hava şimdilerde buz gibi, ama yürümeye mani değil ki. yürümek güzel, eylül' de  çok güzel, ekim'de de güzel :) yürümek hep güzel. şarkıların, şiirlerin insanın içini ısıtma gibi bir özelliği var, şöyle ki; insanın burnunun ucu donabilir ya da ayak baş parmağı sızlayabilir ama yürürken usuldan bir şarkı mırıldanmak her derde deva gibi ya da bir dize hatırlamak, ardından ikinci bir dizeyi akla getirmek. fakat en güzeli, sevgilinin sımsıcak elleri, hele ki mevsim kışa yakın olunca elini sevgilini cebine sokup, bir de sımsıkı o güzelim ellerini tutunca, dünyanın orta yeri tam da adım attığın sokaklar oluveriyor.
güzel mevsimler olsun herkeslere :)

Eylül 29, 2011

 ...
"yağmur olup yağsam, düşsem avucuna
türkülere dolsam, konsam dudağına"

Eylül 28, 2011

peh

bir kerecik sürpriz yapsalar bizlere de, harç yatırmasak koşa koşa, peh.

Eylül 23, 2011

sonbahar

eylül'ü usuldan uğurlarken geliverdi anakara'ya sonbahar.
sabah yağmurla uyanmaktan, grili- beyazlı gökyüzünden ve üstlerine ne giyeceklerine karar veremeyen insanlardan, bir de akşama doğru üşümek; ama tatlı tatlı üşümekten belli sonbaharın gelişi. henüz şahane renkli yapraklar düşmedi fazlaca yere ama o da yakındır.
e hoşgelmiş o vakit sonbahar şehrime :)
giderken eylül ve gelirken sonbahar "cem adrian" söylesin yanıbaşımızda:

telaşe

ders kayıtları, henüz başlamamasına rağmen dersler verilen ödevler, makaleler, kitaplar... başladık usuldan yeni döneme. bir de kendimizi motive etmek için yapılması şahane olacaklar var tabi: istanbul, eskişehir, izmir, konya, amasra... demeden gezmek gibi. ha bir de gündemimde bir fotoğrafçılık topluluğuna dahil olmak var. bir de gidilmesi gereken bir üds kursu. bir de azıcık para kazanmak lazım ya, onu nasıl yapacağız bilmiyorum.
güzel bir dönem ola yahu.

Eylül 21, 2011

dün'e

ah anlayabildiklerim; ne kadar azsınız anlayamadıklarımın aksine. ve anlayamadıklarım ne kadar da çoğalıyorsunuz gün be gün. tıpkı "dün" gibi, anakaram'da patlayan o bomba gibi. anılarında kocaman bir gürültü oluşturulan o küçücük çocuklar, yakınlarını kaybetme korkusu yaşayan insanlar, yerle bir olan sokak, çocuğunu morgta teşhis etmek zorunda kalan baba... hayır dünyaya bu kadar üzüntü getirmeye hakkınız yok. ve ben hiç anlayamayacağım insanın insana bu denli nefret büyütmesini.

aylardan 14

                          "...
soluğundan öptüm seni
                                    ..."
         

Eylül 19, 2011

başkalarının hayallerini, umutlarını, dertlerini de kendimizinkiler gibi sahiplenmeli arada. dünyayı anlayabilmenin bir yolu gibi bu, sihirli bir şey:
     hüzünlü çoğu kez, bir sigara gibi. ama gülümsetici de çoğu kez bir bulut gibi.
bakmalı, okumalı, yazmalı, durmalı, koşmalı, gülmeli, sarılmalı, ağlamalı, duymalı...
gidemediğin, göremediğin ve sokaklarında yürüyemediğin yerlere birer selam çakarcasına.

Eylül 17, 2011

özdemir asaf

eylül pikniği

bisikletimiz olsa, atlasak düşsek yollara. yanımızda uçurtmamız, yeni alınan termosta çay bir de nargile olsa. fotoğraf makinesiz olur mu? olmaz tabi. tripod da şart: uçurtmayı, termosu, nargileyi bir de gülümsememizi ayıramayız çünkü. zamanlayıcı ayarlarız sonra kareye girmek için koştururuz. sımsıkı sarılır, bir kahkaha patlatırız.
gidiversek ya. bir sürü pedal çevirsek ya. en yükseğe yollasak ya uçurtmamızı. en lezzetli çayı içsek ya ellerimizle yaptığımız nargile ile.
eylül'ün hakkını vermiş olurduk ucundan, kıyısından.

Eylül 16, 2011

Eylül 14, 2011

!!

öncelikleri bir yana bırakamadık hiç. bıraktırmadılar. hayallerimize dahil ettiler onları. rahat bırakmadılar. hep sınırlı kaldı canım memleketimin insanının hayalleri. insanımın her duygusu ile oynadılar. aldattılar. hayallere de mi karışmak zorundaydılar peki? hayal kısırı bireyler mi olmalıydı çoğunluk ve nesillere bunu doğruymuş gibi aktarmalılar mıydı? çocukların suçu ne ki? 

Eylül 11, 2011

deniz kabukları

uçarcasına aşti'ye gideceğim birazdan. bu kez uğurlamak için değil, karşılamak için. ellerimde deniz kabukları, kocaman sarılacağım sevdiceğime.
demem o ki:
yollar eylül'e çıkıverdi.
ve şöyle denmiş ki:
"... yollardan sonra şarkılar söylüyor çocuklar"
:)


Eylül 09, 2011

çemberimde gül oya


ben tekrar izlemeye başladım "çemberimde gül oya"yı. 
televizyonda yayınlandığı sıralar, haliyle ilk izlememdi bu canım diziyi (laf aramızda bu dördüncü olacak). her bölüm ağlıyorum izlerken hatta bir başıma değil halamla beraber ağlıyoruz. işin garip yani, ağladığımızı ev halkına belli etmeyeceğiz ya birbirimize bakıp gülmeye veriyoruz, ardından tekrar ağlıyoruz. haftalar böyle geçerken, ümit'in öldüğü sahne geliyor, zarife ağlıyor. durur muyuz biz, halamla bende ağlıyoruz. evde misafir var, şaşkın şaşkın bize bakıyor, artık gülmeye de çabalamıyoruz. zarife'nin acısını benimsedik bir kere halalı yeğenli, ağlaşıyoruz.
üçüncü kez izlemem geçen sene temmuz da başladı ekim gibi bitti. hatta eskişehir- anakara hızlı treninde sevdiceğimle yan yana izlediğimiz bölümler oldu. bu bölümlerin dışındakileri de birbirimizle senkron halinde izledik. beraber başladık diziye beraberde bitirdik :)
"küçük kara balık" ı edinmemi sağladı dizi. evet biraz geç öğrendim o güzelim kitabı. ama öğrendim işte. hatta, hediye bile ettim öğretmenimin henüz iki aylık kızına. ilk kitabını benden olsun istedim. ve istedim ki; hayaller kursun, onları koruyup kollasın ve peşlerinden gitsin. kendi küçük kara balık'ımı da sevdiceğime verdim. o saklasın, ilerde kütüphanemize beraber yerleştirelim diye :)
eylül ne güzel ay, insanın aklına neler neler getiriyor :)

Eylül 08, 2011

cümleler

onlarca cümle kuruyorum kendimi anlatabilmek için. çabalıyorum. fakat görüyorum ki hep bir cümle duymak istiyor insanlar. sadece bir tane. fazlası değil. ben kırmamak için çabalamışım, cümleler sermişim önlerine, cık, umurlarında değil. oysa ki hep cümlelerin çok değerli olduklarını düşünmüşümdür ve insanlardan: o çok sevdiğim güzelim insanlardan cümlelerimi hiç kıskanmadım fakat onlar çoğunlukla göz ardı ettiler onları. ve ben her bunu fark ettiğimde kendi kendime sözler verdim: cümlelerin sana kalsın, sen biriktir onları. anlamıyorlar işte seni. çabalama. diye. fakat hiç bir kez tutamadım sözlerimi. yine baştan özenle cümleler kurdum: çoğunlukla umursanmayan ve özenle seçildikleri karşı tarafça hiç anlaşılmamış olan ışıl ışıl cümleler. ve böyle zamanlarda sanki eylül ayı o hayallediğim okyanuslara hiç gelmiyor gibi. şöyle güzel bir yağmur lazım buralara, karşılıklı kahve   içmeli, dertleşmeli. az kaldı, kocaman sarılmalı.

Eylül 06, 2011

küçük kız çocuğu

hem zaten ben küçükken babasının okuldan gelişini pencerelerde bekleyen bir kız çocuğu imişim :)
oooh, bu canım eylül akşamında baba-kız yürüyüş yaptık. hakkını verdik akşamın. çoğu kez anlaşamıyoruz babamla ama bizim çok ortak yönümüz var yahu: yorgun da olsak yürürüz, ikimizde matematik öğretmeniyiz (hatta üçümüz: annem de), muhabbet etmeyi severiz, çay severiz, tarhana çorbasına hastayız... daha bir sürü var bir sürü, ama en şahanesi biz birbirimizi çok severiz. kavga etsek de, tartışsak da o sevgi hiç azalmaz. ayrıca, tarhana çorbasının üstüne rendelenmiş köy peyniri de serpiştiririz :)

Eylül 04, 2011

bayram sonrası


geldik! 
bir sürü yollar yaparaktan anakara'ya kavuştuk. bende babam gibi yollardaki tüm ayrıntıları bilmek istiyorum: nerede güzel yemekler var, nereden ekmek alınır, nerenin çayı güzel? ama ben kendi yollarımın ayrıntılarında ulaşmak istiyorum kendi şehirlerime. 

hoşgördük anakara :)

Ağustos 31, 2011

iyi bayramlar

şu an tam da çalışma masama ihtiyacım var daha çok yazabilmek için. kağıtlar dolusu yazabilmek için. belki kağıtlar dolusu yazarsam, toplumun kadını nasıl bir köşeye itiverdiğine karşı olan nefretimi biraz olsun içimden uzaklaştırabilirim ve biraz olsun rahatlayabilirim.
anlayamıyorum, bayram kutlama şekillerini anlayamıyorum. çayını dahi alamayan erkeklerin "yemeğimiz nerde?" diye sormalarını ve üstelikte yapılan yemeği beğenmemelerini anlayamıyorum. sadece bir teşekkür oysa ki görevi kanıksattırılmış kadının istediği. ve adam akıllı iki kelam edebilmek bayram günlerinde eş-dostla. bayram kime bayram? erkeğe mi kadına mı? 2. sınıf insan muamelesi gören kadınlar gerçeğini acımadan gözüme soktuğu için sevmiyorum köyümü. ve buralarda kadınların yüzündeki çizgiler daha derin. 

fotoğraf: kahvenin seki makbuldür

kahvenin seki lazım: kafam daha çok çalışıyor onla beraber, belki bir anlam veririm yurdum gerçeğine. birazcık da nikotin fena olmaz gibi. canım çekti işte, yüzündeki çizgileri derin olan kadınlar cigaralarını da gizli gizli içiyorlar. belki hepsinin yerine bir fırt çekerim en derininden.
dedim ya çalışma masama ihtiyaç duyuyorum çokça, belki yazarsam kağıtlar dolusu: o vakit yürekten bir "iyi bayramlar" diyebilirim.

Ağustos 29, 2011

fısıltı

bakın vikipedi ne diyor:
Yıldız yoğun ve ışık saçan bir plazma küresidir. Bir araya toplanan yıldızların oluşturduğu gökadalar görünür evrenin hâkimidir."

köylerin, kasabaların daha doğrusu şehrin ışıklarından arınmış olan yerlerin en güzel yanı bahsi geçen gökadalarda ikamet ediyormuş gibi olmak. bir sürü yıldız yukarıda bir yerlerde hep duruyorlardı evet, ama şimdi onların farkında olabilmek güzelliği var hayranlığımda. 
gökyüzü alabildiğine yıldız, oh bir de semaver çay. bir de "attila ilhan" dizeleri, sadece iki dize zihnimde beliren:
"elimden tut yoksa düşeceğim
  yoksa bir bir yıldızlar düşecek
                                       ..."
ve ben görünür evrenin hakimiyim, yıldızlara fısıldadığım dileklerim de.

Ağustos 28, 2011

şans

sahip olunan şanslar çeşit çeşittir yeryüzünde. ve bu şanslardan bir tanesi de insanın sevdiği işi yapabilmesidir. her şeyiyle içine sinen, onu mutlu eden; belki çocukluk hayali belki alışkanlıktan ziyade tutkuya dönüşen bir iş sözünü ettiğim. 
kıbrıs'a gitmiştim geçen sene, gökçün'ün yanına. ehe, okullarındaki şenliklere denk geldi gittiğim vakit. akşamlardan bir mayıs akşamı, MFÖ konseri vardı. bağıra çağıra şarkılarına eşlik ederken, aklımdan geçti bir an ne kadar şanslı bu adamlar diye. öyle samimiydiler ki ve öyle mutlu ve bir o kadar da enerjik, sahnede aralıksız 2 saat kaldılar. o kadar belliydi ki, tutkuyla bağlıydılar gitarlarına. zaten öyle olmasa şu cümleleri hiç bilemezdik biz:

                                                     "biliniyor şarkıların sırası bizde
                                                      biliniyor hayat bizden razıdır
                                                      otların sarardığı yerlerde güneş
                                                      kurşunun değdiği yerde heves kalmışt
ır.
                                                                                                                 ..."
ve o güzelim sesi duyamaz, ve bu canım şarkıya eşlik edemezdik.
gecelerden bir ağustos gecesi, aklımda bir soru: insan kendi şansını yaratabilir mi?

Ağustos 27, 2011

sakız ağacı*

elimde çay fincanım, önümde fotoğraflar kulağımda "hüsnü arkan" ve önümüz eylül.
ah, ne güzel anakara'da eylül.
çay fincanımı sana kaldırıyorum anakara, ve şerefine eylül.

Ağustos 26, 2011

vazgeçmeyeceksiniz değil mi?

sömürün emekleri olur mu? 
bir de bunu olağan bir şeymiş gibi pişkin pişkin anlatın, her şeyin bir yolunu bulun olur mu? 
ve bundan da hiç vazgeçmeyeceksiniz değil mi?

matematik öğretmeni:
bize verilen sıfat bu. üniversitenin eğitim fakültesinde 4 yıl öğrenim görmüş olup, elde ettiğim yegane şey bir sıfat. üstelik kullanamadığım bir sıfat. daha doğrusu kullandırılmayan bir sıfat. öğretmen olmak önceden rüya gibi bir şeymiş, öyle anlatır büyükler. severlermiş, sayarlarmış ahali onları. sanırım insanlar eskiden "bilginin" farkında imiş, "değer vermek" deyimi lügatlarında imiş. ve mesleklerini de yaparlarmış öğretmenler. güzel günlermiş. gel zaman git zaman aşınan değerler olmuş, ve ne şans ki o zamanlara denk gelmişiz biz de. şimdi, sırada bekleyen bir sürü arkadaşım, mesleğe başlayınca körelen, körelecek olan bir sürü arkadaşım var.sanırım ne kadar kaçsam da bir yerde ortak bir kader çizeceğiz o arkadaşlarımla. bakalım nereye kadar kaçabileceğim, nasıl bir yol çizebileceğim?
sinirliyim; mesleği bu duruma getirenlere çanak tutanlara:
yürüyüş yaparken babamın gördüğü bir ilan üzerine aldık numarayı aradık şu çağrıya yanıt olarak:
"her branştan etüt öğretmeni aranmaktadır"
telefonda konuşuldu. 6 gün sabah 8.30 akşam 18.30'da çalışacak genç, umutlu öğretmen arıyorlarmış. umutlarını söndürmek adına aradıklarını bugün görüşmeye gittiğimde teyit ettim. önce iş başvuru formu diye bir şey doldurdum.diyordu ki, ne kadar ücret talep edersiniz. 1000 tl yazdım. biraz konuştuk, okulumu sordu. şu an okuduğumu yükseklisans yaptığımı, gönlümden geçeni falan anlattım. pek umrunda değildi, çünkü o 1000 tl'ye takılmıştı. okuldan ötürü 5 gün çalışabileceğimi söyledim, baştan kaybettim. çünkü ben bir köle adayı idim ve kölelerin istekleri olmazdı. başka arkadaşlarıma önerebilmem için seni tanımam gerekir, bir 10 dk ders anlat bana dedi. tamam dedim. anlattım. sonrası:
sömürücü: neden 1000 tl istiyorsun?çok değil mi?
ben: verdiğim zamanın karşılığını az da olsa almak isterim.
sömürücü: yeni öğretmensin, deneyimin yok sana olurunu söyleyeyim en fazla asgari ücret alırsın. bir de sigortanı yatıracağım senin. 400 de o, 1000 daha 1400 tl, kusura bakma kimse o kadar vermez.
ben: zaten farkındayım, yeni öğretmenlerin sektör tarafından sömürüldüğünün.
sömürücü: usta-çırak ilişkisi, çırak haddini bilecek.
ben: çırak olarak da harcadığım zamanın karşılığını almak isterim.
sömürücü: en son ne kadar istersin. ihtiyaç olursa arkadaşlara ona göre bir şey söylerim.
ben: teşekkür ederim.
...
ben ne yapmıştım? geçmişe dair pişmanlıklarımı ve geleceğe dair kaygılarımı yüzüme vuran adama teşekkür etmiştim. ve ben hayallerime ulaşmak için en sapa yolu seçmiştim. tam 5 yıl önce, o fakülteye kayıt yaptırdığım gün anlamıştım bunu. 
öte yandan bir güzellik halen var: çocukların gözleri. 
yollar tükenmesin, ne olur!

Ağustos 24, 2011

arabalar 2-2


 küçük kuzenlerim, bana animasyonu sevdiren afacanlar. ağabey, kardeş geçinip gider benim kuzenler. büyüğü 6, küçüğü 3 yaşlarında şu an. neyse, günlerden bir gün büyük olan diyor ki bana:
-ben şimşek "mecguiiin" ( aynen böyle der) olayım, sen "seliy" ol, oğuzhan ağbim "meytır", ihsan ağbim de  "kral" olsun.
 burda kral olarak adlandırdığının "doc hudson" olduğunu sonra anlıyorum. bizimkisi ufak bir arabalar filmi çekmek için oyuncu seçiyormuş, bunu da sonradan anladım. merak ettim sordum:
-kim bunlar?

o kadar mutlu ve o kadar heyecanlı ve bir o kadar da kendisiyle gurur duyaraktan dedi ki:
-teyzem beni geçen sinemaya götürdü "arabalar"a.
:)
merak ettim tabi, sonuçta filmin bir ikinci versiyonunu çekiyorduk ailecek. oynadığım filmin aslını bilmek isterim. izledim tabi ki. kuzenlerim yanına bir daha ki gidişimde artık karakterlere hakimdim ve uzun uzun muhabbetler çeviriyorduk. hatta 3 yaşındaki ufaklık usuldan "çimçeek maacugugim" gibi renkler katıyordu konuşmalarımıza. derken günlerden bir gün, onlarla yaptığım bu uzun sohbetler için bana bir ödül vermeyi uygun gördüler: onlarla beraber "mater'in abartlılı hikayeleri"ni izlemeye hak kazanmıştım. hatta bilgisayarın başına benim için tabure bile çektiler, küçük olan kucağıma kuruldu, diğeri yanımdaki sandalyede; 35 dk çıt çıkarmadan izledik. üstelik onların 2 ya da 3. izlemeleri imiş. 

arabalar 2' nin çıkmasını dört gözle bekliyordum. 19 ağustos' ta girdi gösterime. koşa koşa gittik sevdiceğimle. pek eğlendik. yarışlar için italya, japonya, fransa, ingiltere' den geçti "mecguinn" ve arkadaşları ya değmeyin keyfime. derken, bugün bir kez daha gittim filme. harry potter'a niyetliydi benim ekip: teyzem, kardeşim ve kuzenim ( teyzemin yavruşu) fakat harry'e niyet arabalara kısmet oldu. güzel de oldu; bir daha görme fırsatım oldu "guido" yu. ben guido' ya aşığımda :). 

hatta, "luigi" ile "guido" dans ettiler italya'da. ehe şöyle bir kıvırttılar. ben de dans etmek istiyorum guido ile: 
irlanda, peru hiç farketmez ;)





  kuzenlerime koşup ben arabalar 2' ye gittim diyesim var. onlar da gittilerse uzun uzun sohbet ederiz. gitmedilerse, onlara anlatacak çok macera var :)
                                                                                         
                 

Ağustos 20, 2011

"bizi yalnız özgürlük için

              mutluluk için yarattılar"

...

Ağustos 18, 2011

!

hani şu gizliden gizliye diretilenler var ya bizlere, onlar yüzünden bazen kayıkları göremiyorum. sanki kıyıya gelememişler gibi. bana uğramadan gitmişler gibi. kırmasınlar hevesimi, hayallerimi. daha o kayıklar okyanusları görecekler!
...

Ağustos 16, 2011

sürpriz :)

yolda, geliyor ki anakara'ya.

"bak ellerimden taşıyor sabah.."
:)

nane-üzüm

nargile lazım şöyle nane-üzümlüsünden, yanına da çay (fincan mı yoksa bardak mı ona karar veremedik henüz. genelde fincanla başlayıp, bardak çaylarla sürer bu durum). muhabbetin son demlerine gelmişiz yavaştan (cümleler bitmez hiç, ama gitmek gerekir ya çok geçe kalmadan), bir de kahve patlatırız hem de sek olsun deriz. bir de şarkı lazım arkadan şöyle usul usul, nargile dumanı gibi: eh onu da biz söyleriz.
özledim.

Ağustos 15, 2011

el yazısı

SANA
Küçük çocuklar yapıp geceleri kendimden,
Seni öpsünler diye gönderiyorum sana.
Bana, kucaklarında seni getiriyorlar;
Ben de sonra o seni getiriyorum.

                                        özdemir asaf


bir gün bana elinde "çiçek senfonisi" ile geldin. özdemir asaf'la işbirliği yapmışçasına dizelerin yanı başlarına el yazınla haykırmışsın. ben o gün bugündür, özdemir asaf'ı çok severim. ama en çok senin el yazını severim.