dün, 6 saat kuyrukta bekleyerek açık öğretime kaydolduğum doğrudur. ikinci üniversite hakkından yararlanarak felsefe okuyacağım. isterdim ki, kanlı canlı öğrenciler, öğretmenlerle bir üniversitede olup çatır çatır tartışarak okuyayım felsefeyi. lakin ben matematik öğretmeni oldum. bu arada sömürülmeye boyun eğerek, nispeten diğer dersanelere göre şartları daha iyi olan (ama yine de sömüren) bir dersanede öğretmenlik yapıyorum. bir ayı geçti. çocuklar çok güzeller. sınıfta, o kadar üslü sayının o kadar kümelerin arasına bir kaç hayal patlatıyorlar bir güzel oluyor ki. nefes alıyorum. (söyleyeceklerim var öğrencilerimle ilgili)
dün diyordum, benim canım arkadaşım var tee orta okuldan beraber bekledik sırada: 6 saat boyunca, kıyın kıyın ilerleyen bir açık öğretim kuyruğunda. küçük bir nabız yoklaması yaptım, felsefe okumak isteyenle karşılaşmadım. zaten bankada sözüm ona kaldırılan "harç" yerine adı değişerek ödenecek olan "öğrenim masrafı" gibi bir parayı güzel güzel verirken ablaya:
--felsefe mi? uu, seviyor musun ki?
gibi bir soruya tabi tutuldum. sonra muhabbet aldı yürüdü:) geçen sene de niyetlenmiştim felsefe okumaya sormuştum açık öğretim bürosundaki amcaya o da demişti ki:
--yav kızım, matematik öğretmenliği okumuşun, işletme okusana yahu. ne yapacaksın felsefeyi demişti.
tey tey demiştim içimden. niye herkesin her şeye bir fikri var ki? tuhafız yahu milletçe, üzerimize vazife olan hiçbir şeye iştirak etmezken, bizle ilgisiz her şeye lafımız vardır. ayrıca farkındayım bunu buraya bağlamam da çok şahane bir duygu akışım olduğu göstermiyor, biliyorum. kendimin farkındayım:)
hı, dün bekledik işte o upuzun kuyrukta.(nasıl içime oturduysa, her paragrafta bu 6 saatlik kuyruktan bahsediyorum, olur öyle.) bir çay içelim artık, bir şeyler yiyelim diyoruz arkadaşımla. hallettik işi falan. oturduk, ayaklarımız nasıl ağrıyor ama. yemek yedik, muhabbet ettik, gelecek kaygısının gözüne vurduk, dem vurduk, ülkeleri konuştuk 3-4'er cigara yakıp çay da içtik. mutluyuz yani. unutmuşuz o 6 saati. ama bir şey bozmalı ya bu iyi vakti, nitekim oldu da. otobüs şoförü beni otobüsten attı. bağırdı, çağırdı ve beni indirdi otobüsten. artık diyorum ki adama;
-- şikayet edeceğim sizi bunu yapamazsınız. benim bu hizmetten faydalanmamı engelleyemezsiniz.
o öyle rahat ki:
-- istediğine şikayet et. diyor.
düşünsenize ya, bir insanı rencide etmekten ötürü başına hiçbir şey gelmemesine o kadar alışmış ki. korktuğu, rahatsız olduğu hiçbir şey yok.
bunların yaşanmasına sebep de özetle şu: arkadaşımın otobüs kartını bende kart olmadığı için kullanmam. kart alacak kadar vakit yoktu çünkü. otobüsü görünce ve o otobüs 50 dk bir gelince ve saat de biraz geç olunca buna mecbur kaldım. ve ben açıklamasını saf saf adama yaptım.
sonra, eve geldim, sinirden ağlıyorum tabi. (dün de şişirdik, yüzü gözü)
şikayet ettim, ettik.
içimi rahatlatacak bir şey olur mu? bilmiyorum.ama düşündüğünden de dişli çıkacağım onu biliyorum.
deniyorum.