anakara var: iyi ki var. canım sıkkınken suçu ona atar, umudumu ona bağlarım hep...
bu aralar içimden konuşuyorum çoklukla; laf olsun diye yazmıyorum bunu, hakikaten konuşuyorum karşımda biri varmışçasına. hastalıklı bir hal mi bu? olması gereken mi? karar veremiyorum ama ölümüne konuşuyorum kendi içimle. küfürlü konuşmalar da oluyor ama hiç rahatsız etmiyor bu durum beni. ben yüksek sesli konuşulmasından, bağırılmasından, çok sık küfür edilmesinden rahatsız olurum herkese açık dünyamda. aynı ben aynı dışsal dünyamda birisiyle konuşurken küüt diye muhabbetin değiştirilmesine, ciddiye alınmamaya illet olurum. benim için karşımdakini dar ağacında sallandırma sebebidir bu çünkü ben iyi bir dinleyenimdir, karşımdakinin konusunu bölmem. kimseden bir şey de beklemem ama bu şekilde değerli hissettirlmeyi beklerim işte. takıntı belki de?
-ama kendi içimde kendimi dinlemiyorum, konuyu bölüyorum, küfür de ediyorum.-
farkındayım kurduğum cümlelerden bir bok çıkmıyor şu anda. toparlayamıyorum. beynim çok hızlı çalışıyor ya da kalbim çok hızlı kırılıyor:
bunun sebebi anakara olmalı. anakara'ya bok atıp rahatlamam gerek yoksa içimde iki sek kahve birbirine bıçak çekecek ve biri diğerini sırtından bıçaklayacak.
ailemle uyuşamadığım ve benim hayallerimi s.klemedikleri şehirdir anakara. korkularımın doğduğu ve bu yüzden en sevdiğim tarafından anlaşılmadığım, dostlar edindiğimi sandığım fakat onları yitirmiş olduğumu göremediğim yerdir anakara. ah anakara, hep birilerini beklediğim bozkırsın; arkadan bakakalmayı bana sen öğretmedin mi? öyle bir kanıksadım ki bunu çözümü beklemek de arıyorum, çenemi kapamak en doğrusu biliyorum işte. peki neden yapamıyorum?
değişmek...
ben de değişeceğim, daha da korkacağım olacaklardan. içim neden bu denli acıyor? ben birisine mutsuzluk veriyormuşum. mutsuz ediyormuşum. durduk yere nasıl mutsuzluk verilir ki? hep anlaşılmamaktan işte. kimse beni olduğum gibi kabul etmedi ki, ben neden kabul etmek zorundayım? benim yapmam gerek, ben ödün vermeliyim kendimden. çünkü ben muhalefetim ben huysuzum ben pisliğim. halbuki ufacık hayallerim var, bir gün bir şiirle uyanmak gibi.
anakara, sen bir alışveriş merkezinin tam ortasından masada sandalyeyi fırlatıp seni bırakanın arkasından bakmayı da öğrettin bana. sonra onu kaybetmek korkusuyla ayağa kalkıp koştururken arkandan bir görevli o sandalyeyi düzeltti. arkama bakmak istemedim çok utandım çok.
en çok kendimi sorguladım, sorgulayacağım. hak ettiğim budur belkide?
en güvendiğine bile anlatmamalı insan içini.
şimdi kendimle sohbet halindeyim. küfürleşiyoruz falan ama ortak bir yer de buluştuk biz: beklentini en aza indir, hatta bekleme, hayal kur. ama kimseye anlatma. sus. elindekini mutluluk sebebi yap, bağrına bas. daha çok yaz. fazlasını isteme.
dördüncü yılımız kutlu olsun sevgili'm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder