fotoğraf: kahvenin seki makbuldür. |
geçen sene eylül'dü be ya.
sevgili, trakya'ya atandıydı: tee kırklareli/ iğneada'ya. karadeniz'e kıyısı olan, benden ziyade bulgaristan'a yakın bir kasaba kendileri. kendi halinde bir yer. koca bir yıl gidipte görememiştim oraları, demek gitmek bu yıl kpss tercihlerimden önceymiş. benim çandarlı'ya atanmama sebep olacakmış iğneada. yıl içerisinde sevgili'nin yolladığı fotoğraflarla hep nasıl bir yer olduğunu anlamaya çalıştım, kafamda kurguladım. en çok sahilini, gökyüzüsünü ve karadeniz'in dalgalarının insanları nasıl etkileyebileceğini düşündüm. tabi sevgili bilmez ama üzerinden çıkarımlar da bulundum. mesela karadeniz onu daha tez canlı yapmıştı, özlemlere dayanıklılığını azaltmıştı sanki. inceden bir trakya şivesi kapmıştı; "benim kızanları sınav yapacam be ya" diyordu ara ara :)
nitekim gittim, gördüm. onca virajlı yoldan sonra ulaştık iğneada'ya. biz gece varmıştık, çok heyecanlanmış bir yandan ürkmüştüm. sağda solda ağaçlar var, bilirsiniz ya ormanlık yollar böyle ayrı bir karanlıktır. sevgilim buralarda bir başına bir yıl ne yaptı demiştim. nasıl alıştı. küçücük bir yer burası. e sürekli otobüs yok, en yakın ilçeye gitmek çokta kolay değil hani. ah sevgili dedim içimden biz ne kadar da ayrı kaldık. ah..
sabah oldu. günün ilk ışıkları iyidir. aslında sevdiğinle aynı şehirdeysen sarılıp uyuduğun saatler hep iyidir. en doğrusu şu belkide sevdiğinle aynı şehirdeysen tüm şehirler sarılmak içindir. bozkırda kayıklar yüzdürmemiş miydik biz?
sevgili, her şeyi planlamış. ayrı geçen bir yılın acısını çıkarırcasına bana diyordu ki:
"ikimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
şu aranıp duran korkak ellerimi tut
bu evleri atla bu evleri de bunları da
göğe bakalım"
T. Uyar
longoz ormanları var orada. gidin görün olur mu? ama muhakkak gidin. bulutlara bakın benim gibi, bizim gibi. okyanusların hayalini kurun. el ele gidin tüm yollara. her ağacın altında öpüşebilme ihtimalinize gülümseyin. arabayla ormanın içinden ilerlerken kapıyı açın, ayaklarınızı aşağı sarkıtın. mutlu olun işte, çok mutlu olun.
fotoğraf: kahvenin seki makbuldür. |
fotoğraf: kahvenin seki makbuldür. |
limanköy var az ileride iğneada'dan orada bir kütüphane var. gezmemize izin verdiler içeriyi. küçük bir kütüphane. içinde kocaman bir zürafa var idi. çocuklarla pet şişelerden yapmışlar.eminim mutlu olmuşlardır ufaklıklar. ha bir de ayşe ile ali vardı panoda:
fotoğraf: kahvenin seki makbuldür. |
hoşuma gitti, meraklandım. ayşe ile ali mi yaptı bunu dedim görevliye. evet dedi. hatta onlar büyüdüler. şimdi iş güç sahibi oldular dedi.
acaba hayallerini elde etti mi ayşe ile ali? mutlular mı? hangi şehirdeler?dünlerini özlemle mi anarlar?
sormadım.
bilir miydi görevli?
soramadım ben işte..
ertesi günler civar yerleri gezmeler devam etti. az çok bilirsiniz beni gemilere hele de kayıklara sevgim sonsuzdur. hep bozkırda büyümüş olmama verdim bunu. salaş balıkçı lokantaları, anason kokusu yanında da bir güzel deniz havası. belki de şiirleri en çok buralara yakıştırdım. ama biliyorum ki bunlar amerika'nın oyunu değildi :)
rakı içmedik lakin balık yedik yanında salata oh mis. giderseniz eğer iğneada'ya bir de rakı için, sonra deyin ki
rakı içmedik lakin balık yedik yanında salata oh mis. giderseniz eğer iğneada'ya bir de rakı için, sonra deyin ki
şerefine sek kahve.
fotoğraf: kahvenin seki makbuldür. |
buradan denize baktık. balıkçı gemisi gelir mi diye gözledim. ama yine kaçırdık geliş saatlerini. akşam çıkıyorlarmış balığa, sabaha karşı kısmetlerini getiriyorlarmış.
işçi, her yerde ailesinden ayrı kalandı. geceleri karısıyla uyuyamayan, çocuklarını özleyendi. işçi, evrenin kahrını kalbinde gizleyendi.
dünyanın bir ucunda maden ocağında güneşi bekleyen, bir diğer yerde balıkçı gemisinde geceleri ekmeğini kazanan başka bir yerdeyse tarlada ellerini kanatan kocaman yürekli insanlar.
selam olsun.
fotoğraflara sığmazsınız, karadeniz dost olsun size.
rastgele!
fotoğraf: kahvenin seki makbuldür. |
yine günlerden bir gün kıyıköy'e gittik. orada iğneada gibi küçük bir sahil kasabası. çadır kampları var. bir gün dedim geliriz değil mi tekrar buraya, sevgili? gelelim olur mu? bizim de olsun bir çadırımız, bisikletimiz. nargilemizi de alırız yanımıza, akşamları nargile yaparım bize. ama sen körüklersin, keyif insanıyım ben bilirsin. hem severiz biz nane- üzüm nargileyi. akşam üstleri uçurtma da uçurur muyuz?
fotoğraf: kahvenin seki makbuldür. |
bir dize gelse hemen oracıkta aklıma cemal süreya'dan sanki hiç bitmeyecek kayığın sonsuzluğu, ağaçların hoşluğu, kalbimin sarhoşluğu. çok değişik, içimden geçen anakara'ya dair bir şeyler:
"ankara ankara
ey iyi kalpli üvey ana"
C.S.
fotoğraf: kahvenin seki makbuldür. |
gitme vakti yaklaşıyor. gidilecek anakara'ya, sevgiliden ayrılacak sek kahve. içim buruk, hiç alışamadım ben ayrılıklara. kim alışmış ki diye sorsanıza! bu sefer daha bir değişik, ben de bambaşka bir şehirde olacağım 2-3 güne, nerede öğretmenlik yapacağım belli olacak. bu demek ki artık sevgili'yi anakara'da beklemeyeceğim. artık ailemi de özleyeceğim.
bilemezdik çandarlı'da olacağımı. benim ege'de bir sahil kasabasında öğretmen olacağımı bilemezdik. bir gün bizi boğazın kavuşturacağını bilemezdik. az kaldı. elimize yüzümüze bozkır bulaşmıştı ama ruhumuz denizlere bakıyordu.
çandarlı'da küçücük evimde, başımın döndüren bir kadeh rakı anakara'da 2010 temmuz'a şerefe diyor.
geç kalmış bir yazıydı çünkü eylül' de yine suyun akışı değişmişti.
selam ola.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder