öylesine dikkatli ve öylesine anlamlı bakıyorlar ki çocuklar. ve sevilmeyi, dinlenmeyi o kadar çok istiyorlar ki. tabi ki sarılmak. sarılmanın hakkını en çok onlar veriyorlar bence.
basketbol antrenörlüğü yaptığım zamanlarda üşüyen elimi ısıtan 6 yaşında bir öğrencim vardı. çünkü bir gün önce antrenmanda onun elleri üşümüştü, ben o küçücük elleri avcuma alıp ısıtmıştım, ertesi gün benim ellerimin üşüdüğü fark etmiş olacak ki o küçücük elleriyle benim bir elimi avuçlarıyla sarmalamaya çalışmıştı. içine bir şeyler yazmam için defterinden 5-10 sayfa koparıp da bana getiren bir oğlum vardı sonra. konuşmuştuk biraz onla, kardeşini anlatmıştı bana. yeni doğmuş ona ağbeylik yapacakmış bizimki. hatırlıyorum o defter sayfalarını bir kenarda vermişti bana utana sıkıla, sonra hemen koşarak antrenmanına katılmıştı. 8 yaşında, kocaman kalpli bir ağbey.
unutmuyorlar hiç bir şeyi çocuklar. iki kelam edilecekse eğer karşıdaki çocuk olmalı mutlaka. sevmek konusunda sınırları yok ki. sözcükleri öyle güzel seçiyorlar ki.
geçen hafta 6. sınıflarıma dersim vardı dershanede. teneffüs oldu, öğretmenler odasında kimse yok, ben de camdan atatürk bulvarı'nı izliyorum. insanlar koşturuyor, cigara içiyor, para çekiyor, sarılıyor, küfrediyor, simitçiler ykm'nin güvenpark'a bakan tarafındalar daha çok. binada olmam uğultuyu kesiyor ama biliyorum işte anakara'yı ben. dalmışım işte, arkamdan deniz berkay gelmiş, bir elinde patates-ekmek diğer eliyle pıt pıt bana dokunuyor, öğretmenim bende bakayım mı diyor camdan, geleyim mi? gel tabi dedim. diyor ki ne güzelmiş manzarası burası öğretmenim. atatürk bulvarı işte dedim, her gün yürüyoruz ya. evet ama yürürken böyle değil yukarıdan daha güzelmiş. sonra başladı anlatmaya, biliyor musunuz belki annemin tayini çıkacak ankara'dan gidecek. sen ne yapacaksın dedim, gidecek misin? hayır dedi. sustu. sanırım babasıyla kalacak, söylemedi orayı, ben biliyordum ayrı olduklarını annesi ile babasının. konuştuk. konuşurken patates-ekmeği yarılayamadı bile, eli de ketçap oldu. 6 dakikaya o kadar çok sığdırdı ki. yemeyin şu patates- ekmeği çok dedim. zil çaldı. öğretmenim ben gidiyorum dedi. koş koş dedim, görüşürüz derste.
derse girdim.
biraz konuştuk hepsiyle. içimden 40 dakikaya ne kadar çok şey sığdırıyoruz derken, nehir dedi ki, öğretmenim sizin sözlünüz uzakta ya çok özlüyorsunuz değil mi? dedi. evet dedim. özlüyorum.
zor be öğretmenim dedi. "inşallah çabuk kavuşursunuz" benzeri bir şey söyledi. bir çocuğun duasını almıştım, dileğini işitmiştim. sevindim. çok sevindim.
haydi dedim, soru çözelim biraz. ondalık sayılarla ilgili sorularım var size. önlüğüm cebinden çıkardım her birinin ismi yazan kura kağıtlarımı. kimin adı çıkarsa o yapsın mı soruyu?
ne güzel sarılıyorsunuz bana.