Temmuz 14, 2025

defterler

ilkokulda mavi önlük giydiniz mi siz de benim gibi? bizim mavi önlüğümüz vardı ve o önlüğe taktığımız beyaz yakalarımız. bence beyaz yaka çok yakışırdı önlüğümüze ha bir de okumaya geçince öğretmenimizin önlüğümüze iliştirdiği kırmızı kurdele. sınıfımızın tamamı ya da büyük çoğunluğu okumaya geçince de okuma bayramı yapardık. bence bayram gibi bayramdır kendileri. zira o bayramı hak etmek için parmaklarım nasır tutana kadar çizgi çalışmaları yapardım, harfler yazardım, okuma fişlerini fiş defterime dizerdim güzelce ve o fişleri de defterime geçirirdim. arkasında çarpım tablosuyla haftalık ders programı olan defterlerimin kenarlarını süslerdim, yazdıkça ataşlar takardım köşelerine çünkü bazen minik kollarım defterlerimin sayfalarını kırıştırırdı ve öyle olsun istemezdim.

biraz büyüdükçe defter çeşitlerim arttı. ödevlerimi not ettiğim küçük not defterlerim, el yazısı öğrenirken kullandığım güzel yazı defterlerim, nizami sol anahtarları çizebilmek için sayfalarca uğraştığım müzik defterim, kareli büyük boy matematik defterlerim, birbirimize "kalbimiz kadar temiz sayfalar" ayırdığımız hatıra defterlerim...derken ajandalarla da tanıştım böyle kalın kapaklı, heybetli, çok destansı kağıt birliktelikleriydi. ama en kıymetli defterlerim hangileriydi biliyor musunuz? örneğin 3.sınıftan 4.sınıfa geçmişim ve yarım kalan defterlerim var diyelim işte o defterlerden kalan yazılmamış sayfaları özenle koparıp, birleştirip sonra da annemin yardımıyla dikerekten oluşturduğum defterlerimdi. kağıtlar, defterler, kalemler boşa gitmezdi bizde. onlara özen duymayı öğretti annem bana. 

annem öğrencilik zamanlarından not aldığı defterlerini bana gösterdiğinde hepsini hayranlıkla inceledim. her biri  düzenli, okunaklı ve oldukça ciddiye alınmış  sayfalardan oluşuyordu. aynı şekilde matematik öğretmeni olduğunda da bu alışkanlık sürmüş; öğrencilerine dosyalar dolusu etkinlikler, alıştırmalar, problemler hazırlamıştı. belki bilmez annem ama onun bu özeni hatta bence bana örnek oluşu yazmayı sevmeme vesile oldu. defterler, saman kağıtlar, ajandalar hep yoldaştır bana. ayrıca annemin defterleri de saklıdır bende. 

kendime yakınlaştıkça yazarım ve sonra kendimi en özlediğim vakitlerde de yazdıklarımı okurum. 2012 yılında bir kış gecesinde demişim ki "küçük bir defterim ve çok büyük özlemlerim var."  derken tam 10 yıl geçmiş başka bir kış gecesi olmuş ve ben "irili ufaklı birçok defterim ve çok daha büyük özlemlerim var" diye yazıvermişim. 
bugün ise bu yaz gecesinde özlediğim her şeye, herkese sarılıp hepsinin gözlerinden öpüyorum.

Temmuz 11, 2025

kupa

olduğum yerin, yaptıklarımın, dinlediklerimin, okuduklarımın, düşündüklerimin bana yetmediği günler oluyor. aç gözlü bir şekilde daha fazlasını istemek gibi bir durum değil bahsettiğim. ruhumun beslenmekten yana eksik kalması gibi. bunu en çok sevgimi ve hayallerimi "sonlu" yapmaya çalıştıklarında hissediyorum. düşünsenize zihniniz bir bahçe; yağmuruyla, güneşiyle, soğuğuyla, tozuyla, toprağıyla sizin bahçeniz ama diyorlar ki yağmur yağınca oturma bahçede oysa ki otururum!! kar yağarsa da oturum, çiçek açarsa da, yıldız kayarsa da... anlatıyorsun bunu ama bahçesinde çiçek olmayan benim papatyalarımı darmaduman ediyor işte. belki ben o bahçeden taşmak istiyorum, bambaşka coğrafyalardaki papatyaları sulamak istiyorum. 

kupanın içindeki sek kahve o kupaya sığmıyor ve sığmak gibi bir derdi de yok üstelik.

ilkokuldan beri memleketin hemen hemen tüm seçme seçilme sınavlarına girmişimdir. kimisinde seçildim kimisinde seçilmedim. ama hepsine çok emek verdim. hepsi için önce hayal kurdum sonra hayallerim için var gücümle çalıştım. bazı hayallerimin sınavlara bağlı olduğunu bilmek oldukça hüzünlü, acımasızca ama elimden geleni yaptım. çünkü insan elinden geleni yapmalı, günün sonunda hayal kırıklığı yaşasa bile elinden geleni yapmalı. yine bir sınava hazırlanıp bir yandan da hayal kurduğum anakara günlerinden birinde kocaman bir kupa aldım kendime: 4 kepçe çorba alırdı içine ki tahayyül edin nasıl kahveler, çaylar içildi kendisiyle. o kupa ile sek kahvemi tüketirken papatyaları birilerinin darmaduman edeceğini düşünürdüm ama hepsini, herkesi alt ederim derdim. bu inanış beni huzurlu kılan, ruhumu besleyendi. ne zaman kendi gücümden şüphe duydum o vakit azalıyorum gibi hissettim. 

biliyorum birileri bizi kalıplara sokup en sevdiğimiz sek kahve kupalarının içine hapsetmek isteyecek. olmasın öyle! taşmaktan korkmamalı aksine eksilmekten korkmalı. kendimi en çok sevdiğim zamanlardı kupadan taştığım günler çünkü not defterlerime, saman kağıtlarıma kahve izi ve kokusu bırakırdı o taşkınlar. 

ben o günlere özlemle sarılırken, ahmed arif'de şöyle der:

"...
can benim, düş benim
ellere nesi?
hadi gel,
ay karanlık..."

Temmuz 09, 2025

dalgalı

anakara’da büyüdüm ben. hatta öyle bir büyüdüm ki öğretmen olup da çandarlı’ya gelene dek hep anakara’da idim. bu çok yaş almak demek bozkırda, e bir de ekleyin üzerine öğretmen olmakla rotayı başka yere çevirmek arasında verilemeyen kararlarla geçen vakti. uf uf! ne sokaklar, ne hayaller, ne kavgalar, ne hayal kırıklıkları, ne umutlar, ne arkadaşlıklar, ne çabalar, akşam simitleri, sabah ilk durağa yürüyüp ayakta kalmadan okula gidebilme becerisi, kızılay, tunalı, sıhhiye, mebusevleri, emek, metropol sineması, çay, çorba, tek pota maçlar kimi zamanda çift kale maçlar, karanfil’de üst kattaki kitap kafeler, yokuş aşağı sürülen patlak frenli bisiklet, doldurulan kasetler…

fakat güzel büyüdük.

evimiz sobalı ve kiracıydık ama biz yaz tatillerinde denize doğru gidebildik, sonra sobalı bir ev sahibi olduk yine gidebildik ardından kaloriferli evimiz oldu yine … annem ve babam bunu bilinçli mi yaptılar bilmiyorum ama kardeşimle bana hep bir yaz tatili yaşatabildiler (iyi ki). biz iki bozkır bebesi bu “şartlar zorlanarak” yaşatılan yaz tatillerinin hakkını verdik kanımca. öyle bir denize girerdik ki ağzımızdan yüzümüzden tuz gelirdi bunu tolere edebilmek için tatlı bir şey var mı diye çıkardık denizden bir anlığına, sonra tekrar.  en sevdiğim ise gece yatağa yatıp, gözlerimi kapattığımda sanki dalgalar beni kıyıya doğru götürüyor gibi hissetmemdi. bu his sonraki yaza kadar sek kahvenin umuduydu işte.

bozkır bebesi büyüdü, umuduyla büyüdü belli ki.

dündü, umay ile denize giriyoruz, deniz dalgalı, bulanık. nazlanıyorum da bir yandan girmesem mi falan derken. aman be dedim, sen sek kahvesin umudunla düşün. dalgalar da zıpladık, atladık, koştuk, güldük, su yuttuk, takla attık. durdu dedi ki bana umay, anne cidden çok eğlencelisin sen, oturma kumda, hep denizde kal.

çok uzun zaman sonra kendimle gurur duydum, hem de "sokağın tavanı" kadar.

Temmuz 06, 2025

geceye güzelleme

kış geceleri olurdu anakara'da, gökyüzü böyle hafif pembe bilirdim ki ya da umardım ki kar yağacak. zaten geceleri ders çalışmasını, makale okumasını, müzik dinlemesini, hayal kurmasını, kitap okumasını seven biriydim. gecenin gündüze döndüğü bir an vardır, o an çok büyülüdür mesela. üzerinden biraz daha zaman geçince sokakta hafif bir hareket başlar derken yavaş yavaş insanlar çoğalır. sonra büyü biter . dağılabiliriz. zira artık hepimizin günlük telaşlarında kaybolma vakti gelmiştir. örneğin, gündüz edilen sohbetler hep öylesinedir: iki ders arasında, bir dolmuş durağında, belki bir yemek molasında belki de eve gidiş rotasında. öylesine. zaman geçsin diye edilen sohbetler. ne kadar da kalp kırıcı değil mi? öylesine...

ya gece sohbetleri... uyumazsın, uzun uzun konuşursun, bir o kadar da dinlersin. zaten bu saatte ne dolmuşu olsun ki durakta bekleyesin, gece yemek yersen kilo almaya meyleder vücut. dolayısıyla yanındakine, kalbindekine odaklısındır. dikkatin dağılmaz kolay kolay. en fazla bir çay bardağı ile bir buzun dayanılmaz uyumuna şahit oluruz ve arkadan da şimdi olduğu gibi "ferdi özbeğen- gündüzüm seninle" çalar. (hayat işte geceler de dahil çelişkilerle dolu). işte gece bu yüzden güzeldir, senindir, paylaşmak istediğinindir.  gecesini size ayıran insanları çok sevin, bir kış gecesi pembe anakara gökyüzüsü kadar sevin onları. 

iyi geceler.

ve şimdiyse arkadan " candan erçetin- söz vermiştin bana" çalıyordu.

Temmuz 01, 2025

park

gün gelir sığamazsın kalbine, olduğun yere ve bazen de sığınamazsın ya en yakınına işte o vakitler soluğunu parkta alır kişi. çocuk ya da yetişkin fark etmez kanımca.
çocukken bir salıncak avutur minicik yumruğumuz kadar kalbimizi. en avutmazsa kaydırağa merdivenden çıkmayız, tersten çıkarız da yine avuturuz kendimizi de yetişkin olunca işler biraz daha karışık.

"çocuktum, ufacıktım,
top oynadım, acıktım."

hatırlarım, bazen bizi parka götürürlerdi mutlu olurduk çok mutlu olurduk. annem, babam çok götüremediler parka bizi, çalışıyorlardı. anne-babanız öğretmense onları paylaştığınız birçok abiniz ablanız olur çünkü. bir kez amcamın bizi parka götürdüğünü çok kez de dayımla teyzemin bizimle beraber parka geldiği aklımda kalmış. biliyor musunuz bana bisiklete binmeyi dayım öğretmişti. anakara'da mahalle arasındaki parklarda onca apartmanın arasında 3-5 oyuncakta saatler geçirirdik. bambaşka bir dünya gibi. oradan oraya koşturup salıncak kapardık, kimisinin annesi salıncağı kaptık diye bize kızardı. halbuki kendi çocuğu dakikalardır sallanıyordu ya ne vardı paylaşaydık. oradan koşardık şu dönme dolabın daha basit versiyonu olan dönen platformlara. aramızdan biri deli gibi döndürürdü bizi orada, başımız dönüp de midemiz bulanana kadar. bir de bizim mahalle parkımızda maymun gibi asıla asıla yürüdüğümüz oyuncak vardı onda adeta daldan dala geçerdik. bir kez kardeşim poposunun üzerine düşmüştü, canı çok yanmıştı, ben çok üzülmüştüm. o benim üzülmediğimi sanmış olabilir ama nefes alamamış gibi olmuştu benim de  canım çok acımıştı... 
derken biraz büyüdük artık kendimiz gidiyorduk mahalleden arkadaşlarla parka. o parkın diğer yarısındaki basketbol potalarında takılmaya başladık. parkın ismi bizim için "aşağı pota" idi. büyük abiler vardı orada, iyi basketbol oynarlardı. oyuncu eksik olunca bizi de alırlardı maça. tek pota çevirirdik. ben kız başıma en az onlar kadar iyi oynardım basketbolu. her maçta artık bende vardım. sağlam şut atar, iyi turnikeye giderdim. daha küçük çocuklar salıncaklarda, kaydıraklarda idi. hayat devam ediyor, apartmanlar çoğalıyor, çocuklar büyüyor, kuşlar her şeye rağmen göçüp göçüp dönüyorlardı.

"...
bir de baktım, melekler,
başlarında çiçekler.
devlere el bağlıyor,
gizli gizli ağlıyor.
kılıcımı çıkardım,
perileri kurtardım."


ekmek arası peynir, salatalık, domates yiyip maça, oyuna devam ettiğimiz günlerden benim öğretmen olduğum günlere geldiğimizde perileri kurtardığımı sandığım bir zamanda anakara'dan uzaktaki bir parkın bankında canım ilayda'm ile sabah ezanına dek oturdum. çok şey anlattım, bir sürü de dinledim. yani öyle sanıyorum. arkamda potalar yanımda salıncak, kaydırak...zira kimse akşam ezanı okunmadan eve gel demedi. ben de gitmedim.

Eylül 22, 2024

ilginç

cümlelerimi özenle seçip, kırmadan olurunu anlattıklarım bana ahkamlar kesiyordu. 
ilginç.

Eylül 01, 2024

küllük

eski günlerdeki gibi bir amacımız olsun istemiştim  hayattan ve her şeye rağmen bunun için konuşma çabasına girmiştim onunla. bu bize bir nefes aldıracak, umut verecekti. bir şeylere asılmam için vesile olacaktı. kastettiğim benim isteklerim olsun değildi. dediğinin aksine bencil, nankör ya da kadir kıymet bilmez insan değildim, olmadım da. olmam da.
yıllardır kendimi anlatmak için çabaladım: çok ağladım, çok kırıldım, çok güldüm, çok mutlu oldum bir o kadar umutsuzlukla doldum. insanız dedim hep insan olmaktan bunlar... ama olsun dedim be ne olabilir ki? kendimi yeniledim, yenilendim. üstelik bu çok zor ayrıca da oldukça manyakça biliyor musunuz? karşınızdakine kendinizi açtığınız ve o her şeyinizi bilirken açılan yerleriniz sürekli tarafınca kanatılıyor ve siz onu daha çok seviyor, bağlanıyor, inanıyorsunuz. fakat yaralarım sardığım yerlerden kanıyor, kanıyor, kanıyor... her defasında büyük kan kayıpları yaşar oldum inandığım yerlerimden ve yüreğimden. sargı bezlerim yetmiyor artık.
bugünse anlaşılmak isteğimden vaz geçmiş oldum. eskisi gibi burnum sızlamıyor, boğazım düğümlenmiyor. 
büyüyor muyum? 
yoksa bir küllükle yüreğimdeki o büyük sevginin kaybından mı korkuyorum?

Ağustos 30, 2024

dilek

oyuna kaldığı yerden aynı heyecanla devam eden çocuğun umudunu diliyorum. onun gibi sevebilmek, onun gibi zamanımı dolu dolu geçirmek istiyorum. 
tam bunları yazarken o güzelim çocuk oluyorum. 
yollar ne güzel..

Ağustos 24, 2024

bencil

" yazmak iyi eder çünkü her şeyi"

belki öyle belki değil bilmiyorum ama ne zaman yalnızlık burnumu sızlatsa sana koşuyorum sevgili blog. bencil bir arkadaş modeli gibiyim değil mi? : mutluluklarını yaşarken  hiç sesini soluğunu çıkarmayan ama mutsuzluklarında deli gibi arkadaşını arayan tiplerden... aslında böyle değildim ben. bunu da uzun uzun dertleşiriz belki...

Ağustos 26, 2023

ucuz uçak bileti

çocukluğumdan beri isterim farklı coğrafyalarda bambaşka sokaklarda dolaşmayı: kahve içeceğim yeri ararken kaybolmayı... çat pat ingilizcemle birisine yol sorup onu yarım yamalak anlayıp da kahve içeceğim mekanı bulduğumu sanmayı, belki birileri ile arkadaş olabilmeyi. çocukken hayal kurabilmek cidden hayal kurabilmek oluyor: bir kere dünyaları yerinde oynatabileceğine inanıyorsun. güçlüsün hem de herkesten güçlüsün. ülke ülke gezme hayallerimi kimi zaman bisikletin üstünde kimi zaman trenle bazen yürüyerek diye hayal etmiştim. bununla ilgili kitaplar okudum, filmler izledim, rotalar yaptım kendime hatta. büyüdükçe de anlattım insanlara hayallerimi hem de aynı heyecan ve inançla. sonraları en sevdiklerimin dahi beni geçiştirişlerini izledim, bana saygı duymayışlarını ve saçmaladığımı hissettirdiler. (insanlar sevdiklerine neden acımasızdır ki?) böyle hayalleri olmayanların benim hayallerimi yapabildiklerini gördüm, görüyorum. şimdi onların gezdikleri sokakları ben dinliyorum, izliyorum ama içim nasıl da buruk... 

neye göre kime göre bilmiyorum ama ucuz uçak bileti diye bir şey varsa umarım çıkar karşımıza...

Ağustos 23, 2023

çözüm

"...

masadan eksiliyor dostlar

..."

okuldan çıkıp eve varmadan "gel bir kahve içelim be" diyeceğim kimsem kalmadı. ilk zamanlar bu duruma içerledim yalan yok. sonraları umursamamaya başladım belki mecburiyetten belki kendi kabuğumda yaşıyor olmanın keyfine varmaktan. problem çözmek benim için pek de zor değil: günlük kahve içme miktarımı artırarak çözüme ulaştım. zira içilen sek kahveler hem kendime hem de kendimce sevdiklerimeydi. onlar için sek kahveler dolup taşarken fincanlarımdan anlayamadığım bir şey oluyor :neden gözlerinin içine bakarak umutlarını, hüzünlerini dinlediğim insanların bana aynısını yapamadıkları... 

Ağustos 22, 2023

zamanlar sonrasına

 iki bilemedin üç yıl için yapacaklarıma dair konuşmam bile hazır. çok hazırım, heyecanlıyım zamanlar sonrası için..

Ağustos 08, 2023

izlemek

ah... kurduğum hayallerin hep başkaları tarafından yaşandığını izliyorum usul usul... boğazıma bir şey yüreğime de öküz oturuyor adeta. kıskanmak değil içimde beliren bu şey. bu çok başka bir durum sanki haksızlığa uğramak gibi belki kandırılmak gibi... 

Mayıs 21, 2022

analar ve kızları

mucizeler üzerine söyleştiğimiz günler de konu dönüp dolaşıp çocuklarımıza geliyor. umay 4 yaşa doğru yol alırken, aslı'nın mucizesi hayatlarımıza ortak olmak için hazırlıklar yapıyor. umay, yazın onunla denize girip, kumdan kale kuracağını hayal ederken bizler bir yandan pişik kremleri konuşuyoruz :) 
gece yürüyüşleri, iyot kokusu, endişeler, umutlar, hayal edişler...
analar ve kızlarına kaldırıyorum bugün çay bardağımı.

Ocak 15, 2022

anakara -bir-

hadi çıkalım bir şeyler yapalım diyeceğimiz arkadaşlıkların özlemini çekiyoruz. belki de anakara benim için bu yüzden kıymetli ve özlemli. geçen sevgili ile anakara üzerine konuşurken "konur sokak" tan geçerken bir kese kağıdında az kestane alırız, sıcağında biraz ısınır sonra kestaneleri gömeriz dedim. gülüştük. 

Aralık 11, 2021

dört kez anlaşılmamak üzerine

 aynı sokağı dört kere dönüp dolaşırken konuştuğumuzdan olsa gerek, anlaşıldığımı sanmıştım. elbette yanılmışım zira hiç anlaşılmamışım. 

öyleyse 

"uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum"